Mehmet Akif ve Sosyal Yönü II (Habernews.com)

MEHMET AKİF VE SOSYAL YÖNÜ II 

İlk yazımız da gösterdi ki Mehmet Akif bir halk adamıdır. Fakat o halka fildişi kulelerden bakmaz. Sosyal hayatın tam içindedir. Şiirden beklediği de bu sosyaliteyi yansıtmasıdır. Şiir, halkı geri kalmışlıktan ve taassuptan kurtarma malzemesidir. Derin bir imana sahip olan Âkif, bir zamanlar dervişlerin köy köy gezerek yapmaya çalıştığını, şiirleriyle yapmaya çalışır.

Süleymaniye Kürsüsünde adlı eserinde II. Meşrutiyetin sosyal hayattaki yankılarını anlatır. Bu manzume bir vaaz şeklinde yazılmasına rağmen dini konulardan hiç bahsedilmez. Şair,“Dinin ahkâmını zâten fukahânız söyler”  diyerek Meşrutiyet’in getirdiği başıbozukluğa dikkat çeker. Bu satırlar edebiyatımızın en güçlü tenkit örneklerindendir.

Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı, Pazar

Naradan çalkanıyor! Öyle ya. Hürriyet var!

Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru:

Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru

Yanlış anlaşılan hürriyet İstanbul’u adeta Köroğlu’nun Çamlıbel’ine çevirmiştir. “zabıta rabıta” yoktur. Okullar çalışmalı diye düşünen vaiz bir de bakar ki, okullar kapalı. Sebep hürriyetin zevkini öğrenciler daha iyi anlamalı. İlim baskı, talim, istibdat sayılmaktadır. Onun için çocuklar “ebediyen azat”tır.

Hürriyet havasında öğretmen nutuk söylemekte, öğrenciler sahneden sahneye koşmakta, dalkavukluk devri bitti diye herkes birbirine “ana avrat sövmektedir” çıkan gazeteler, ülkeye “ayrılık tohumu” ekmektedir. Kadın erkek borç ederek Avrupa’ya koşmakta, dine “vicdan hürriyeti” diye küfür edilmektedir. Dertleri halledecek diye özlenmiş olan hürriyet yanlış anlaşıldığı için gülünç hale getirilmiştir. Bütün bunlar vaizin hayallerinin tam zıddıdır. Hayallerinin çok dışındaki bu gaflet ve coşkunluk içindeki II. Meşrutiyet sonrası İstanbul’unun manzarası şairi ürkütür. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Ve şair, Süleymaniye kürsüsünde halka, cemaate vaaz eder:

Ey cemaat, uyanın, elverir artık uyku!

Yok mu sizlerde vatan namına hiçbir duygu?

Düşmeden pençesinin altına istikbalin,

Biliniz kadrini hürriyetin, istiklâlin.

Söyletip başka memâlikteki mahkûmini..

Hâkimiyet ne imiş, öğreniniz kıymetini,

Yoksa, onsuz ne şu dünya kalır İslâma, ne din

Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle, Âkif’in sosyal meseleler karşısındaki tavrı bir köşede durup sadece tenkit etmek değildir. Âkif şiirlerinde sosyal çarpıklıkları gösterirken, bu çarpıklıkların nasıl düzeltilebileceğine dair de çözümler sunar. Sunduğu çözümlerin başında ise ‘ilim’ ve ‘din’ gelir. Mehmet Kaplan’ın Akif’in şiirinin iki büyük sütunu diye nitelediği “din ve ilim” şairin bütün şiirlerinin alt yapısını oluşturur. Âkif’in düşüncesi birbirine tamamıyla zıt gibi görünen bu iki kutup arasında gider gelir. Bu iki kavram arasındaki dengenin kurulamaması günümüzde hâlâ Müslümanların en büyük eksiklerindendir.

Mehmet Akif ne bir siyasi hareketin etkisinde kalarak ne de hayata sabit bir bakış açısıyla bakarak belli kalıplar içerisinde kalmıştır. Âkif, sosyal hayatı birçok yönüyle şiirine taşımıştır. Meyhane, Mahalle Kahvesi, Köse İmam ve Âsım’da kadın ve aile anlayışındaki çarpıklıkları gözler önüne seriyor. Bu manzumelerinde erkeğin kadına kötü muamelesini, onu bir eşya gibi görmesini, şeriatın kendisine verdiği boşayabilme ve dört kadın alabilme hakkını kötüye kullanışını acı ve sert bir dille, çoğunlukla ironik bir tavırla tenkit ediyor. İslâmiyet’in erkeğe verdiği kadını koruma vazifesinin zamanla bozulduğunu ve manasını kaybettiğini, hikâyelerindeki konular ve karakterler vasıtasıyla ortaya koyuyor.

            Meyhane şiirinde bu temi oldukça çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Şiir meyhaneyi tasvirle başlıyor. Bu tasvirde meyhanenin, diğer kötülüklerine ilaveten, ev bark yıkıcı, ocak söndürücü olarak gösterilmesi dikkati çekici:

Çöker bir dûd-ı matem titreyen kandil-i târından;

Sönüp gitmiş ocaklar yükselir gûya gubarından!

Giren bir defa nâdimdir hayat-ı müstearından;

Çıkan âvâredir artık cihânın kâr u bârından

Şair meyhane hakkındaki düşüncelerini belirttikten sonra bir gece, sokakta dolaşmasını ve önüne çıkan bir meyhaneye girişini anlatır. Bu meyhanenin içi oldukça sefil ve viranedir. İçerde devamlı içki içen ve birbirleriyle gevezelik eden sarhoşlar vardır. O sırada açık duran kapıdan bir kadınla bir erkek içeri girerler. Kadın, meyhanedeki müşterilerden birinin karısıdır. Üç gündür eve gelmeyen, meyhanelerde gezen kocasını aramak için komşusuyla beraber yollara düşmüştür. Kadın içini döker. Evdekiler açtır, adam çalışmayıp sadece içmektedir. Kadın el kapısında çalışır. Kocası da onun kazandığı parayı içki ve kumarda yer. Ayrıca karısına çeyiz olarak getirdiği malı, mülkü de harcamış, bitirmiştir. Bu ailenin bir oğlu, bir kızı vardır. Kız evlenme çağına gelmiştir ama

                                   “Şu sarhoşun kızı iffet değil mi? Vazgeç aman!”

diyerek kimse semtine uğramaz. Oğlan çalışkandır, fakat babasının, okul masraflarını ödememesi yüzünden okuldan kovulmuştur. Kalfa

                        “Ne haftalık, ne de aylık… Senin baban olacak

                        Kumarcı, oğlu için az yesin de tutsun uşak!”

diyerek evine göndermiştir. Çocuk üç akşamdır babasını sormaktadır annesi:

                        Sular karardı; bu saatte hiç gezer mi kadın?

                        O sarhoşun biri, tut kim sokak sokak aradın..

                        Nasıl bulursun a yavrum? Yarın gelir belki”

dediyse de çocuk durmaz. Çocuğunu avutamayan kadın komşusu Hüseyin Ağa’yı alarak kovasını aramaya çıkar..

            Kadın derdini döktükten sonra içmemesi için kocasına yalvarır ve etrafındakilerden medet umar.

                        Herif şu halime bak, merhametli ol azıcık…

                        Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık.

                        Efendiler, ağalar, siz de bir nasihat edin,

                        Sizin de belki var evladınız

 

Şiirin sonu sosyal açıdan çok daha hazin tablolar içerir. Meyhanede oturanlardan bir tanesi;

                       

                                   “Senin kadın dediğin âdetâ pabuç gibidir:

                                   Bir vakit taşınır, sonradan değiştirilir.” Sözlerini söyler. O zamana kadar “mezar taşı” gibi kadını dinleyen kocanın ağzı birden açılır.

“Cehennem ol seni hınzır orospu, git: Boşsun!”

Köse imam manzumesinde de kadına şiddet ve boşanma kavramının farklı şekillere çekilmesi görülmektedir.

-Girsene hemşire hanım!

-Varmayın üstüme

                        -Nen var a kuzum; anlayalım?...

-Ne kafam kaldı dayaktan ne gözüm, hep şişti;

Karşı koysaydım eğer mutlak işim bitmişti.

Ağladım, “Merhamet et, yapma!..”dedim, kim dinler.

Boşamakmış beni dünden beri efkarı meğer.

Üç çocuk annesi emzikli kadın tek başına,

Koca berhaneyi silsin de, süpürsün de sana,

Yine sen bilmeyerek zalim onun kıymetini,

Dene biçarede, kalkıp kolunun kuvvetini!

Manzumede Köse İmam, kadının durumunu dinleyince kocasını çağırtarak uzlaştırmak ister. Koca yaptığından en ufak bir pişmanlık duymadığı gibi, kendisini savunmakta ve doğru hareket ettiğini düşünmektedir.

 

Haklı bir kerre ya, insan boşamaz haksızını.

-Boşamaz? Amma da yaptın! Ya şeriat ne için

Bize evlenmeyi tâ dörde kadar emretsin?

İki alsam ne çıkar sâye-i hürriyyette?

Boşamışsam, canım ister boşarım elbette.

İşte medyamda kitab. Hem alırız, hem boşarız.

 

Bu sözler karşısında Köse İmam, adamı “-Dara geldin mi şeriat! Sus ulan iz’ansız” diyerek adamı susturur. Dinin tek yönlü olarak anlaşılmasındaki yanlışlığı ortaya koyarak şeriattan dem vuran adamı “Ne zaman câmiye girdin? Hani tek hayrın?” diyerek azarlar. Görüldüğü gibi boşanmaya karşı kadının elinden bir şey gelmez. Boşanmaya karşı hiçbir yaptırım ve sosyal güvence de yoktur.

Şair, Küfe manzumesinde babası öldüğü için, ondan kalan küfe ile hamallık yapıp annesini ve kardeşine bakmak zorunda olan çocuğun isyanına şahit olur.

            Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.

            O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni

            Nasıl büyüttü? Bugün sen de kendi kardeşini,

            Yetim bırakmayarak besleyip büyümelisin

            -küfeyle öyle mi?

                        -hay hay! Neden bu söz lâkin?

            Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?

            Ayıp: dilencilik, işlerken el, yürüken ayak

-Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini..

Âkif bu manzara karşısında seyirci kalmıyor. Ve “ayıp” diyerek çocuğu uyarıyor. Yani toplumsal bir meseleye karşı tavrını ortaya koyuyor, mevcut durumu düzeltmeye çalışıyor.

Seyfi Baba şiirinde ise toplumun başka bir yönüne dikkat çekiyor: yaşlılar. Şair bir akşam Seyfi Baba’nın hastalandığını duyarak elinde kör bir fenerle alelacele evden çıkar. Şiirin ilk kısmı diyebileceğimiz Seyfi Baba’nın evine kadar ki kısımda, şehrin altyapı sorunlarını, bozuk yolları, güvenlik zafiyetlerini dile getirir

-Mehmet Â’nın evi akmış. Onu aktarmak için

Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Ne işin var kiremitlerde a sersem! Desene!

İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene.

Hadi aktarmayayım…Kim getirir ekmeğimi?

Mısralarıyla dile getirilen yetmiş beş yaşını geçmiş bir insanın çalışmak zorunda kalması devrin acı bir gerçeği olarak şiire yansır. ‘Mehmet Â’ ifadesinin halk ağzındaki şekliyle şiire girmesi Âkif’in sanatının bir başka yönüdür.

Âkif’in şiirlerindeki sosyal meseleler sadece İstanbul’la sınırlı değildir. Altıncı kitap olan Asım’da köylünün içinde bulunduğu durumu:

Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlakı bitik;

Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.

Bir kemik, bir deridir, ölmedi kaldıysa diri.

Nerde evvelki refâhın acabâ onda biri?

Bir kalem borca bedel fâizi defter defter!

mısralarıyla anlatılır. Köylünün hali tam bir sefalettir. Giyecek ve yiyecek sıkıntısı çekerken, ağır faizler altında ezilmektedir.

            Görüldüğü gibi Safahat’ın her sayfası sosyal konularla doludur. Şair koskoca bir ömür ve sayısız mısra boyunca hep “aczinin girye”lerini dökmüştür. Bu gözyaşları her yönüyle millidir. Şiirlerinde devrin insanı ve sosyal yapısı kuru bir gerçeklikle veya sanatkârane üsluplarla değil canlı hayat sahneleri şeklinde sade bir dille anlatılır. Mehmet Akif devrinin edebi akımlarına kapılmamış sanatının ana çizgilerinden dışarı sapmamıştır. Her zaman halkıyla iç içe yaşamış ve toplumsal problemleri ciddi bir sosyal tenkitle eserlerine aktarmıştır.

 

Özetle, Akif, yaşadığı devri kadınıyla erkeğiyle, hocasıyla, sarhoşuyla, yoluyla sokağıyla kısacası her şeyiyle şiirine taşımıştır. Akif, sosyal meseleler karşısında eksiklikleri gösteren pasif bir tenkitçiden ibaret değildir. Şair mevcut sıkıntıların ve aksaklıkların nasıl düzeltilebileceğine dair de çözümler sunar. Bu çözümlerin başında ise “ilim ve din” gelmektedir.

Şairin ele aldığı konular yüzeysel ve tek boyutlu değildir. Her kesimden insanın derdini ve sıkıntısını yazmıştır. Kendisi de halkın arasında, halkın içinde bir tutum sergilemektedir. Yeri gelmiş “Küfe”siyle bir çocuk, yeri gelmiş “Asım” adında bir genç onun şiirine konu olmuştur.

Akif devrini şiire taşırken halkın dilini ve üslubunu da ihmal etmez. Halkı anlatırken yapmacık üsluplara, ağır ve sanatlı söyleyişlere başvurmaz. Devrini moda akımlarının aksine kolay anlaşılır, sade bir dille yazmıştır. Şiirlerinde diyaloglar, argo kelimeler ve halk söyleyişlerine rastlamak mümkündür.

Son olarak Safahat’ın baştan sona bir sosyal kitap olduğunu ve devrini en canlı şekilde yansıttığını söyleyebiliriz.

Âkif’imizi vefatının 71. yılında rahmetle anıyoruz.


Yorumlar - Yorum Yaz