Divânü Lügâti`t Türk`ün Macerası (Habernews.com)

            Divânü Lügâti`t Türk`ün Macerası 

            Önceki yazımızda Kaşgarlı Mahmud ve Türkçenin başyapıtı Divânü Lügâti`t-Türk`ten bahsetmiştik. Bu yazımızda da Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı, Yakup Deliömeroğlu`nun "Kaşgarlı Mahmud 1000 Yaşında veya Kaşgarlı Mahmut Yılı" isimli yazısından istifadeyle kitabın macerasını anlatmaya çalışalım.
            Kitap, Ali Emiri Bey tarafından bulundu. Kitabın bu günlere ulaşmasında Ali Emiri Bey belki de Kaşgarlı Mahmud kadar önemli bir paya sahip. Ali Emiri 1857 Diyarbakır doğumlu. Hayatının tamamı kitap aşkıyla ilim peşinde geçmiş bir insan.
Yıl 1910. Osmanlı sürekli kan kaybediyor. İnsanlar gelecekten endişeli. Ortaya çeşitli fikir akımları atılmış ama çöküş sürüyor. Hem siyaseten hem de sosyal açıdan çok sıkıntılı ve karışık dönemler yaşıyor. Ali Emiri çeşitli memuriyetlerde bulunmuş olmasına rağmen siyasetten uzak.
            Bir gün Sahaf Burhan olarak bilinen şahıs Ali Emiri`ye bir kitap getirir. Kitap epeyce yıpranmış, şirazesi dağılmış, sayfaları birbirine karışmış haldedir. Ali Emiri Bey kitabı 33 liraya satın alır. Fakat ne alan ne de satan kitabın Divânü Lügâti`t-Türk olduğunun farkındadır. Kitap kurdu Ali Emiri, çok geçmeden eserin dünyada tek nüshası bulunan Divânü Lügâti`t-Türk olduğunu anlar. Ve tarifsiz bir mutluluk yaşar. Kendi tabiriyle kitabı bulduktan sonra "yemeği içmeği unutur" ve 33 liraya aldığı bu eseri "birkaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere" değişmeyeceğini söyler. Nitekim daha sonraları kendisine astronomik ücretler de teklif edilecektir. 
            Ali Emiri`nin ellerinde eşsiz bir hazine vardık artık. Böylesine değerli bir eser için kimler nelerini feda etmez ki! Bunu bilen Ali Emiri de çok temkinli davranır. Eseri ulu orta herkese göstermez. Fakat Ali Emiri`nin elinde Divânü Lügâti`t-Türk`ün bulunduğu kısa sürede yayılır. Devrin ünlü simalarından Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü gibi isimler eseri görmek isterlerse de Ali Emiri eseri yalnız Kilisli Muallim Rıfat Efendi`ye gösterir; o da sayfalarının eksik olup olmadığını tespit etmesi, sayfaları düzenleyip numaralandırması için. 
            Artık kitap Kilisli`nin ellerindedir. Kilisli eseri defalarca okuyarak kontrol eder ve eserin değeri bu kontrolden sonra kat be kat artar: eser tamdır. Dünyada tek nüshası kalmış bir eser ve bütün sayfaları tam. Rıfat Efendi, sayfaları numaralandırarak Ali Emiri`ye teslim eder. Kilisli`nin hizmeti çok büyüktür, Ali Emiri bu hizmet karşılında Rıfat Efendi`ye bir ev bağışlamak ister. Fakat Rıfat Efendi kabul etmez, onun asıl arzuladığı eseri yayınlamaktır. Buna da Ali Emiri yanaşmaz.
Devrin aydınları arasında artık sık sık bu konu konuşulmaktadır. Eser yayınlanmalıdır. Ama nasıl? Ali Emiri bu işe nasıl razı edilecektir? Hatırlı tanıdıklar aranır. Araya adamlar sokulur. 
            Ziya Gökalp bir gün Kilisli Rıfat Efendi`ye "Rıfat ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum. Görmek için ne yaptımsa olmadı. Şu kadar var ki, cezmettim bu kitabı hem almalı, hem neşretmeliyiz. Bu hazinenin anahtarları senin elindedir. Gel, bana yardım et. Şu kitabı kurtaralım. Bütün Türklere armağanımız olsun. Haydi bana çaresini söyle!" der. Ali Emiri`yi razı edebilecek tek bir çare vardır: Sadrazam Talat Paşa`nın Ali Emiri`den kitabın neşredilmesini rica etmesi. Bunun için de masumane bir plan hazırlanır. Adliye Nazırı İbrahim Bey, Ali Emiri ile çok samimidir. Bir akşam Ali Emiri`yi yemeğe çağırır. Bu sırada Sadrazam Talat Paşa, Ali Emiri`den haberi yokmuş gibi İbrahim Bey`in evine gider. Sadrazam, Ali Emiri`yi görüncü "Hay üstad-ı muhterem, mübarek elinizi öpmekle kesb-i şeref etmek isterim. Müsaade buyurunuz" diyerek Ali Emiri`nin eline sarılır. Tabi daha sonra da sadrazamın yanındakiler. Ali Emiri o geceki durumu daha sonra
"            Ben o gece belki 33 kere estağfurullah çektim. Ben istiğfar ettikçe, onların aşkı artıyor, elimi eteğimi öpmek istiyorlardı. Bu merasimden sonra, hiçbirisi oturmadı. Ayak üstünde durarak el bağladılar. Durdular. Adeta kendimi Kanuni Sultan Süleyman zannediyor, hem de onların bu edibane vaziyetlerinden sıkılıyor, rica ederim, istirahat buyurun diyordum Nihayet oturdular. Benden müsaade alarak tarihe, edebiyata dair bir şeyler sordular. Ben de anlattım. Teşekkürlerin bini bir para..." diyerek anlatır. 
               Sadrazam, Ali Emiri`den kitabın neşrini rica eder. Ali Emiri bu ricayı,ı neşri Kilisli Rifat Efendi`nin yapması kaydıyla kabul eder. Bu zaten herkesin istediği bir şeydir. Talat Paşa, Ali Emiri`ye yüksek bir memuriyet teklif ettiyse de Ali Emiri kabul etmez. Daha sonra gönderdiği 300 lirayı da Ali Emiri "Lütfunuza, kadirşinaslığınıza teşekkür ederim. Fakat parayı kabul edemem. Çünkü, kabul edersem, vatanî, millî bir ufacık hizmet mukabilinde para almış olacağım. Bu ise vicdanıma ağır gelen bir şeydir. Bundan dolayı, size teşekkür ile beraber parayı da iade ediyorum. Siz parayı muhtaç olan birkaç namuslu aileye dağıtırsanız, ben size müteşekkir kalacağım gibi Cenab-ı Hakk da memnun olur. Bu sadakanın adı da Dîvân ü Lügati`t Türk sadakası olsun" diyerek geri gönderir. 
               Kitap Rıfat Efendi`ye emanettir. Kilisli de emanetin farkındadır. Eseri nereye koyacağını, nasıl saklayacağını bilemez. Önce umumi kütüphaneye götürür. Müdür bu riski göze alamaz "Yüzlerce okuyucu gelip gidiyor. Biri alıp giderse, ben ne yaparım, alamam." diyerek Kilisli`yi geri çevirir. Bunun üzerine Rıfat Efendi eseri demir kasası olan Vefa Okulu`na götürür. Burada da Müdür Akif Bey mesuliyeti kabul edemez. Rıfat Bey, demir kasa olan bir başka yere Maarif muhasebecisine gider. Onca parayı, serveti muhafaza eden Muhasebeci Sıtkı Bey bu paha biçilmez eseri emanete almaya cesaret edemez. Buradan sonuç alamayan Rıfat Efendi eseri son çare Matbaa-i Amire`nin kasasına koymak ister, fakat Müdür Hamit Bey, "Ne söylüyorsun. Bizim matbaa ahşaptır. Bir yangın olur da, kitap yanarsa beni astıracak mısın? Kabul etmem, ne yaparsan yap." der. Rıfat Efendi, umudu keser. Kitabı kimse kabullenmez. Hem paha biçilmez bir kıymeti kaybedip maddi yükümlülük altına girmek vardır hem de daha önemlisi sadrazam korumasındaki eseri kaybedip kelleyi verme korkusu. 
            Rıfat Efendi mecburen kitabı evinde muhafaza edecektir artık. Bir çantaya koyduğu eseri duvara koca bir çivi çakarak asar. Çocuklarını da eserin başına nöbetçi olarak koyar. Çünkü o dönemde İstanbul`da sık sık yangın çıkmaktadır. Ahşap binalar her an tutuşabilir. Rıfat Efendi, çocuklarına da yangın anında önce bu çantanın kurtarılmasını sıkı sıkı tembih eder. Geceleri ise kimseye güvenmeyip çantayı yastığının altına koyarak yatar. Bir buçuk yılın sonunda ise kitabın basımını tamamlar. 
            Ali Emiri`nin 33 liraya aldığı esere Macar İlimler Akademisi 10 bin altın teklif eder: Ali Emiri Efendi`nin cevabı kesin ve nettir "Ben kitaplarımı milletim için topladım. Dünyanın bütün altınlarını önüme koysalar, değil böyle bir kitabı, herhangi bir kitabımın tek bir sayfasını dahi satmam." Bir başka teklif de Fransızlar`dan gelir. Bu defa Ali Emiri Efendi`ye bütün kitapları için 30 bin altın ve ayrıca onun adına Paris`te bir kütüphane, yüksek maaş, kendisine özel hizmetkârlar teklif edilir. Fakat Ali Emiri kabul etmez.
            Macarlara dediği gibi o, eserleri milleti için toplamıştır. 4500`ü el yazması 12000 matbu toplam 16500 kitap. Ali Emiri, Fatih`teki Feyzullah Efendi Medresesi`ni kütüphaneye çevirttirerek kitaplarını buraya bağışlar. Kütüphaneye isminin verilmesini teklif edenlere karşı çıkar. Millet için toplanan kitaplardan oluşan kütüphanenin ismi zaten bellidir: "Millet Kütüphanesi"
            Kilisli Rıfat Efendi`nin Divânü Lügâti`t-Türk üzerinde çalışırken matbaa için hazırladığı defterler de Matbaa-i Amire`nin o dönemdeki sorumluları tarafından muhafaza edilerek günümüze ulaştırılmıştır. Bu defterler 2 ciltte toplanmış halde Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi`nde bulunmaktadır. 
            Kilisli Rıfat Efendi`den sonra 1928`de Macarlar eseri kendi dillerine çevirirler. 
            Cumhuriyetten sonra 1932 yılında toplanan 1. Türk Dili Kurultayında, Dîvân ü Lügati`t Türk`le ilgili olarak özel karar alınır ve tercüme çalışmaları için 2500 lira bütçe ayrılır. Besim Atalay eseri 1939, 1940 ve 1941`de olmak üzere üç cilt halinde yayınlar. 1942`de ise eserin indeksini yayınlar. 

            Türk dünyasında Dîvân ü Lügati`t Türk`ün ilk tercüme girişimi Azerbaycan`da başlar. Sovyet Bilimler Akademisi Azerbaycan Şubesi, tercüme için Halid Said Hocayev`i görevlendirir. Hocayev, tercümeyi 1935-37 yılları arasında gerçekleştirir. Fakat bu işin sonunda öldürülür. 1937`de Kutluk Şevki ve eğitimci şair Muhammed Ali Dîvân ü Lügati`t Türk`ü Uygurcaya tercüme ettikleri için öldürülür ve bütün çalışmaları yakılır. 
            Uygurlar, 1944 yılında Şarki Türkistan Devletini kurduklarında, ilk iş olarak Dîvân ü Lügati`t Türk`ün tercümesi işine girişirler. Bu iş için meşhur bir âlim olan İsmail Damollam görevlendirilir. Birinci cildin tercümesi tamamlanmıştır ki. Rusya ile Çin anlaşarak Şarki Türkistan Devleti ortadan kaldırılır ve İsmail Damollam şehit edilir. Divan tercümeleri yakılır. 
            Şarki Türkistanın Kızıl Çin tarafından işgal edilmesinden sonra Uygur bölgesinde Sinjang Özerk Yönetimi kurulur. Kaşgar bölgesinin Valisi Seyfulla Seyfullin, maddi kaynak da ayırarak tanınmış şair ve tarihçi Ahmed Ziyaî`yi Dîvân ü Lügati`t Türk`ün tercümesi için resmen görevlendirir. 1952-54 yılları arasında Divanın tercümesi tamamlanır ve Pekin` e basılması için gönderilir. Baskının giderleri de Kaşgar valiliği bütçesinden ayrılmıştır. Ancak Pekin "karşı devrimcilik ve milliyetçilik" suçlamaları ile Ahmet Ziyaî`yi 20 yıl ağır hapse mahkûm eder ve Ziyaî cezaevinde öldürülür. Divanın bütün tercümeleri de yakılır. 
            Diğer bir tercüme girişimi de 1960-63 yıllarında, Çin İlimler Akademisi Şincang Bölümü Müdür Yardımcısı Uygur Sayrami tarafından hayata geçirilir. Fakat bu tercümenin metinleri de yakılır. 
            Uygurların Divan`a merakı bütün bu olanlara rağmen azalmamakta aksine artmaktadır. Halkın ve aydınların yoğun isteği ile Dîvân ü Lügati`t Türk İbrahim Muti`in yönetiminde Abdusselam Abbas, Abdurrahim Ötkür, Abdurra¬him Habibulla, Abdulreşit Kerim Sait, Abdulhamit Yusufi, Halim Salih, Hacı Nur Hacı, Osman Muhammed Niyaz, Emin Tursun, Sabit Ruzi, Muhammet Emin ve Mirsultan Osmanov`dan oluşan 12 kişilik komisyon tarafından tercüme edilir. Bu tercüme ile Divan, ardında şehitler bırakarak 1981-84 yıllarında Urimçi`de 3 cilt halinde ve 10 bin tirajla basılır. Özbekistan`da , "Türki Sözler Divanı" adıyla 1960 yılında, Kazakistan`da 1997-98 yıllarında Asker Egeubay tarafından, Azerbaycan`da 2006 yılında büyük araştırmacı Ramis Asker tarafından yayınlandı. Eser 1972`de İngilzceye 2002`de Çinceye 2004`te Farsçaya çevrildi. 
            Yazımızı sayın Yakup Deliömeroğlu`ya Kaşgarlı Mahmud`u 1000 yaşında öksüz bırakmadıkları için teşekkürle Ali Emiri`nin satırlarıyla bitirelim: 
            "Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak." Bir başka sözünde de "Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bundan sonra da yazılamaz. Bu kitaba hakiki kıymeti verilmek lazım gelse, cihanın hazineleri kafi gelmez." demiştir.


Yorumlar - Yorum Yaz