Diş Ağrısı

DİŞ AĞRISI

3 çocuk babasıydı. Yıllarca bir devlet memuru olarak çalışmıştı. 25 yıllık meslek hayatında orası senin burası benim gitmediği yer kalmadı. Aslında halinden şikâyet etmezdi. İşini de çok sever, titizlikle yapardı. Daha bir gün geç geldiğini, birisiyle tartıştığını dedikodu yaptığını gören, duyan yoktu. İşini ne kadar sevse de meslek hayatının büyük kısmını emeklilik hayaliyle geçirdi. Emeklilik için yapmayı planladığı en ufak bir şey de yoktu oysa. Günü dolar dolmaz emekli oldu. Emekli ikramiyesiyle de bekâr olan son çocuğunu evlendirdi. Artık aklında en ufak bir dert, tasa yoktu. Emekliliğin tadını çıkaracaktı.

Huzur içinde günler geçiyordu. Ahmet Bey, öğlene doğru kalkıyor, kahvaltı hazırlanıncaya kadar gazete alıp geliyor ve keyifle çayını yudumlarken gazetesini okuyordu. Ne güzel şeydi şu emeklilik.. Canı istediği zaman uyuyor, canı istediği zaman dışarı çıkıyor, canı istediği zaman da içeri giriyordu. Çarşıda, pazarda her karşılaştığı tanıdığa sohbetin bir yerinde mutlaka “Yav var mı şu emeklilik gibisi?” diyordu. Böyle bir ay, iki ay, üç ay, dört ay geçti. Beşinci ayın bir günü emekli Ahmet Bey’in diş ağrısı tuttu. Meslek hayatı boyunca bir defa olsun sevk almayan Ahmet Bey diş ağrısından duramıyordu. Hastane, doktor şu hayatta en nefret ettiği şeydi. Günlerce direndi, doktora gitmemek için. Dişine koymadığı şey kalmadı. Ama olmuyordu. Nasıl bir dişse şeker koydu olmadı, tuz koydu olmadı, buz koydu olmadı, aspirin koydu, gripin koydu, limon koydu, hatta iyi gelir dediler motor yağı, gres bile koydu. Ama diş bana mısın demiyordu. O aralar evlerine bir tanıdıkları oturmaya geldi. Tanıdıklarının kızı diş hekimliğinde okuyordu “Aman Ahmet amca diş insanın en önemli yeri, sakın ihmal etme, dedi. Dişin çürümüş git on dakikada alırlar, değmez bu sızıyı çektiğine” dedi. Ahmet Bey, kızın dediğine falan inanmadı ama ağrı dayanılır gibi değildi. Ertesi gün sabahtan düştü yola. Ayakları geri geri gidiyordu ama ne yapsın?

Hastaneye vardı. İçerisi öyle kalabalık öyle kalabalıktı ki, sanki hastane değil stadyum. Kimisi ağlıyor, kimisi sızlıyor, kimisi sağa sola koşturuyor. Ahmet Bey’in de hastaneyle pek işi olmadığından diş kliniğini buluncaya kadar öğlen oldu. Danışmaya geldi. “Şimdi öğlen tatili. Birde gel” dediler. Ahmet Bey saat birde geldi. Geldi ama öyle bir kuyruk ki bir iki ayda bitecek gibi değil. Velhasıl o gün Ahmet Bey sıranın ucunu bile bulamadı. Çaresiz eve geri döndü. Yorgunluktan ölüyordu, hemen yattı ama ağrıdan bir türlü uyuyamadı. Güç bela sabahı edip erkenden çıktı, saat 8’de hastaneye vardı. Bir kuyruk bulup geçti. Akşama doğru muayenehanelerin kapıları görünür gibi oldu. Ahmet Bey, hem yorgun hem sinirli eve döndü. Giderken bakkaldan bir paket de sigara aldı, bu yaşına kadar sigaraya elini sürmemişti. Eve varınca önce karısına bağırıp çağırıp hırsını aldı, sonra da doğruca yatmaya gitti ama ağrıdan uyuyamıyordu. Sabaha kadar bir paket sigarayı bitirdi. Ertesi gün saat 7’de vardı hastaneye. Yine bir kuyruk bulup geçti, öğlen tatiline 15 dakika kala sıra kendisine geldi, kapıdan girince bir de baktı ki dişçi diye girdiği sıra meğer tuvalet kuyruğuymuş. O sinirle Ahmet Amca, kapalı kabinlerden birine bir tekme vurdu. Vurur vurmaz da içeriden adamın birisi donunu toplayarak korkuyla kaçtı. Ahmet Bey, madem bu kadar bekledik, bari boşa gitmesin diyerek tuvalete girip çıktı. Öğleden sonra da yine aynı kalabalık.. Ahmet Bey, sinir küpü.. Hayatında küfretmeyen adam küfrede küfrede eve vardı, yine doğruca yatmaya gitti. Ahmet Bey ertesi gün saat 6’da düştü yola. Her günkü gibi sıraya geçti, saatler geçiyor, gittikçe kapıya daha da yaklaşıyordu. Öğlen tatiline birkaç dakika kala sıra kendisine geldi, ne yapıp yapıp girecekti içeri. Doktora “Noolur gitmeden dişimi çekiver” diye yalvaracaktı. Kapı açılır açılmaz daldı içeri. Ama etrafta dişçi koltuğu falan yoktu. Ahmet Bey, yine mi tuvalete girdim yoksa diyerek gözlüklerini çıkardı, sildi, yeniden taktı. Hemşire dik dik kendisine bakıyordu. “Buyur amca” dedi. Ahmet Bey, “Diş çektirecektim” dedi. Oradan doktor “Okuman yok mu amca burası kadın hastalıkları!” diye azarladı. Ahmet Bey, yüzü kıpkırmızı çıktı dışarı. Tekrar sıraya girecekti girmedi, bir tekel bayisine gidip bir şişe içki aldı, doğruca eve.. Ahmet Bey, hayatında içki içmemişti.. O gün aldığı şişeyi bitirdi, gidip bir şişe daha aldı, onu da bitirdi. Karısı Ahmet Bey’i o halde görünce açtı ağzını yumdu gözünü, demediğini bırakmadı. Hayatında içki içmemiş olan, küfre yeni başlamış olan, karısına sesini bile yükseltmeyen Ahmet Bey karısına tekme tokat girişti, kadıncağızı bir temiz dövdü. Kadın, yüzü gözü kan içinde, ağlaya ağlaya tasını tarağını toplayıp yaşlı başlı haliyle babasının evine gitti. Ahmet Bey, o gün masanın başında sızdı kaldı. Haftalar sonra ilk defa uyumuştu. Ertesi gün akşama doğru anca kalktı. Kalkar kalkmaz diş ağrısı yeniden başladı. Hemen arkasından kapı çalındı, akrabaları karısıyla arasını bulmaya gelmişlerdi. Ahmet Bey’in kimseyi dinleyecek hali yoktu. Karısı falan da umurunda değildi, gelenler konuştukça sanki dişi daha çok ağrıdı. Ahmet Bey kendini tutamayıp bastı küfürü. Gelenler ne diyeceklerini bilemediler. Ahmet Bey gitmiş bambaşka biri gelmişti. Bu yeni Ahmet Bey’in yanında oturmak mümkün değildi, kalkıp gittiler. Ertesi gün Ahmet Bey saat 5’te düştü yola. Hava daha ağarmamıştı. Ama o da ne? Kimse yoktu. Ahmet Bey bir an dişinin ağrısını unutup kendi kendine oynamaya başladı. Sonra içine bir korku düştü, acaba yine kuyruk var da karanlıktan mı göremiyorum, diye. Gözlüğünü çıkarıp sildi, geri taktı. Eliyle etrafı yokladı, gerçekten kimse yoktu. Koşup polikliniğin kapısına yapıştı. İlk başta girip hemen dişini çektirecekti. Saatler geçti, hala kimse gelmiyordu. Yoldan geçen iki öğrencinin konuşmalarını duyunca bütün dişleri birden ağrımaya başladı. Meğer o gün cumhuriyet bayramıymış. Ahmet Amca, doğruca tekel bayisine gitti. Tekel bayisi artık onu tanıyordu. “Her zamankinden ver, dedi, arkasından da hesaba yaz” Doğruca eve vardı. Evde sabaha kadar bayramı kutladı. Ertesi gün akşama doğru kalktı.

****

Aradan aylar geçmişti. Ahmet Bey, kendini iyice koyuverdi. Bu süre içerisinde Ahmet Bey tam bir alkolik olmuştu, sürekli de sigara içiyordu. İki sözünden birisi küfürdü. Karısı defalarca eve gelip geri babasının evine kaçtı. Çünkü Ahmet Bey sabah akşam karısını dövüyordu. Sadece kendi karısına eziyet etse neyse, dışarıda gördüğü kadınlara kızlara da laf atıyor, sarkıntılık ediyordu. Artık onu yolda gören sarhoşlar, ayyaşlar, it kopuk takımı kendilerine bulaşmasın diye yolunu değiştiriyordu. Bakmayın bizim “bey” dediğimize herkes ona Deli Ahmet demeye başlamıştı Bu arada her gün hastaneye gitmeye de devam etti.. O hastanedeyken mahalleli biraz kafasını dinliyor, akşam Ahmet Bey yani Deli Ahmet dönünce herkesin huzuru kaçıyordu. Hastaların arasında belli bir çevre de edinmişti artık. Arkadaşlarından kim erken gelirse diğerlerini önüne alıyordu. Sonra bu işi nöbetleşe yapmaya başladılar. Her gün sırası gelen geceden gidip sıra kapıyor, diğerleri de önüne geçiyordu. Aradan geçen sürede iki arkadaşı kuyrukta öldü, yerine iki kişi daha aldılar.

O gün sıra Deli Ahmet’teydi.. Deli Ahmet, o gün uyuyup kalmamak için içki içmedi. Sabahtan gidip sıraya geçti, birkaç saat sonra arkadaşları geldi, onları önüne geçirdi. Artık hastaneye gitmek her gün yapılması gereken bir şey, bir görevdi sanki. Yoksa muayene olabileceği falan artık rivayet gibi, masal gibi, hayal gibi bir şeydi. Ama o gün geldi. Arkasındakiler “Amca sıra sende girsene” dediler. Ahmet Bey, doktordan o kadar umudu kesmişti ki “Nereye?” deyiverdi. Arkasındakiler “İçeriye amca içeriye, hadi daha bir sürü bekleyen var.” dediler. Ahmet Bey içeri girince gözlerinden iki damla sevinç gözyaşı döktü. Etrafı derin derin süzdü. İşte aylardır özlemini çektiği, dişçi koltuğu, işte kerpeten, doktor, hemşire.. Her şey vardı. Hemşire “Buyur amca, ne şikâyetin var?” deyince “Ne şikâyetim olsun yavrum.. Sizleri gördüm ya artık ölsem de gam yemem” dedi. Hemşire şaşırmıştı. “Efendim” dedi. Ahmet Bey, bir anlık şaşkınlığı üzerinden atınca, “Diş, dedi dişim, dişimi çektireceğim” Doktor: “Gel amca” dedi. Ahmet Bey, adeta koşarak atladı koltuğa. Doktor “Hangisi?” dedi Ahmet Bey parmağıyla göstermeye çalıştı. Doktor, “Tamam amca, ağzını aç” dedi. Ahmet Bey ağzını ayırabildiği kadar ayırdı. Doktor iğne yaptı. Ahmet Bey’in dişinin ağrısı geçmişti. Sonra dişçi, dişi epeyce bir uğraştan sonra sökebildi. Ahmet Bey’in ağzına bir pamuk tıkayıp “Geçmiş olsun” dedi. Ahmet Bey kuş gibiydi. Hastaneden çıkarken kuyruk arkadaşlarıyla vedalaştı, helalleşti. Dışarı çıkınca içinde bir boşluk hissetti, dönüp hastaneye uzun uzun baktı. Nasıl da alışmıştı.. Eve vardı, ağzı uyuşuk olduğundan pek ne dediği anlaşılmasa da karısına güzel sözler etti. Ahmet Bey mutluydu. Karısı da eski Ahmet’e kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Sadece yüzü değil dayaktan morarmış gözleri bile güldü.

Birkaç saat sonra, hafifçe bir acı başladı, Ahmet Bey’in kaşları yavaş yavaş çatılıyordu. Sonra, acı arttı, bir iki küfür savurdu. Acı biraz daha arttı, yerinden lavaboya gitmek için kalktı, giderken karısına bir iki tekme, tokat attı. Acı daha da arttı, lavabonun kapısına varınca, geri dönüp mutfağa gitti, yarım kalmış içki şişesini bulup dikti, arkasından bir sigara yaktı. Dayanılır gibi değildi, acı, o bildik tanıdık acı.. Deli Ahmet’in dişi eskisinden beter ağrıyordu. Sinirle lavaboya vardı. Ağrıyan diş yerinde duruyordu, doktor çürük dişin yanındaki dişi çekmişti. Deli Ahmet, bir yumrukla aynayı tuz buz etti. Sonra kendisini yumruklamaya başladı. Ardından kafasını duvarlara vurmaya başladı. Karısı, komşularını yardıma çağırmasa, oracıkta, kafasını parçalayacaktı. Tuttular, sakinleştirmeye çalıştılar, bir iki hap yutturup yatırdılar. O gün iyi kötü sabahı etti, sabah erkenden yine hastane yollarına düştü..


Yorumlar - Yorum Yaz