Gömlek Düğmesi

GÖMLEK DÜĞMESİ 

Ya dedim, dedim. “Hazırlan hanım” dedim “Hazırlan erkenden çıkalım” dedim. “Bilmediğimiz yerler ne olur ne olmaz. Vakitlice gidelim.” “Haydi” deyince çıkıvermez ki.        Bizim hanıma evden dışarıya adım attırmak mesele. Çıkmıyor. İlle kendine bir iş buluyor. “Nerdeydin?” dersin, “Yemeği ocaktan alıverdim”, “Perdeleri çekiverdim”, “Işıkları söndürüverdim”, “Şalteri indiriverdim.” veya “Örgümü alıverdim.” olmadı “Kapıları kontrol ediverdim”.. daha neler neler. Tamam bazıları önemli ama mutlaka son ana bırakman mı lazım? Gideceğim tarih, bir ay önceden belli. Gideceğimiz saati bile bir hafta öncesinden söylemişim çıkıver işte de sinirlendirme beni. Ama yok ille o evden en son çıkacak ben bağıracağım “Haydi vedalaşıyor musun evle?” diye ille o da cevap verecek gitmeden önce güzelce bir tartışıp birbirimizi adamakıllı bir kıracağız; tatil zehir olacak. Değilse rahat etmeyiz, işlerimiz ters gider. Oysa düğüne gidiyoruz. Antalya’ya ablamın oğlu Serkan’ın düğününe.

İşten öğlen çıkarım dedim. Siz de hazır olun vakitlice çıkalım yedi sekiz gibi varalım. Ama eve geldim daha hazır değiller. “Sabır oğlum Ramazan, sabır sabır” dedim. Sabrettim. Bıraktım bakalım ne zaman hazırız diyecekler. Tam üç saat bekledim. Sinirden patlayacağım ama sabrettim Allah bir güç verdi. Nihayet kızım “Hazırız” dedi. “Oh” dedim “Şükür.” Eşyaları indirip arabaya yerleştirdim. Çocuklar bindi. Ön koltuk boş, hanım daha gelmedi. “Basın şu zile insin ananız” dedim. Turgut koşup bastı. “Geliyor” dedi. Beş, on, on beş.. Ulan kadın in işte be in. Yok ağabeycim inmiyor. Bekliyor ya, resmen bekliyor. “Nerde kaldın Ramazan tartışmadan mı çıkacağız?” dercesine. “Gidin bir daha basın şu zile” dedim. Yine “Geliyor” cevabı. Arabadan nasıl indim, merdivenleri nasıl çıktım bilmiyorum. Her zamanki gibi ben kapıya gelir gelmez çıktı. “Nerdesin?” dedim. “Senin gömleğin düğmesi düşmüş de yolda dikivereyim diye iğne aldım.” Sabır sabır sabır.. “Ulan kadın bunca saat ne yaptın sen ya. Bir düğme ulan bu bir düğme.. Seri gömlek üretimi yapmayacaksın ya. Versen eline kız bile dikerdi iki dakikada. Daha olmadı orada dikerdin. Düğme dediğin ne ki ya. Koskoca Antalya’da iğne mi bitti, bir de ablamın kocası zaten yorgancı, iğnenin beş yüz elli çeşidi bulunur. Belki elindeki şu iğneyi bile o verdi. Lan daha da olmadı düğmesiz giyerim. Daha olmadı giymem ya, giymem. Bak şu saate, dört saat olacak işten geleli. Ben niye erken geldim. Seni bekleyeyim diye mi? Ben söylemedim mi şu saate hazır olun diye?” Cevap vermese tamam ama cevap vermezse olmaz. “İnsan katil olur katil ya. Yürü ya yürü çık şu evden bir.”

Yol boyunca da aynı, tartışa tartışa yolu yarılarız. Yarısında küt uyur. Uyuması tartışmadan kötü. En nefret ettiğim şey yolculuk sırasında yanımdaki adamın uyumasıdır. Otobüste bile yanımda uyuyan oldu mu ne eder eder kaldırırım. “Geç arkada uyu” kabul etmez, “İçim dönüyor arkada” diyor. Ben de teybi son sesine açarım. Uyanır tartışmaya devam. Karanlık çöktü çocuklar uyudu. Hanım da biraz sakinleşti. Ben de rahatım. Saat de epey ilerledi. Birkaç defa gittim geldim ama buraları hiç bilmiyorum. Bir de bu gidişimde önceki gittiğim yoldan gitmedim. Bir arkadaş öbür yoldan git en az bir saat karın var dedi. iyi deneyelim deyip öbür yola saptım. Diğeri kadar düzgün değil ama çok tenha. Artık kaçıncı kilometreye geldik, hangi mevkiye geldik bilmiyorum. Bir de baktım ki yol kapalı. Yolun kıyısına bir şantiye kurmuşlar. Ok işaretleri başka bir yola yönlendiriyor ama ne olur ne olmaz diye indim. Dışarıdaki adamlara seslendim. “Antalya’ya nerden..?” dedim. “Devam et, devam et” deyip elleriyle okların gösterdiği yolu işaret ettiler. Düştük yola. Gece yolculuğunu hiç sevmem. Çilesi bitmez. Bir teker patlasa, arıza çıksa dert. Uğraşır durursun sabaha kadar. Gençliğimde bir silgeç yüzünden öyle bir rezillik çektim ki, o gün bugün geceye kalmamaya çalışırım. Hanım da sağolsun ne eder eder ille de geceye koyar bizi. Bu arada bizim tartışma biraz daha alevlenir gibi oldu; çocuklar uyandı. Yol biraz bozuk hız yapılmıyor. Git git git nasıl oldu bilmiyorum bir toprak yola çıktık. Taşlı, maşlı bir yol. “Yav nereye geldik.” dedim. “Bir çıkarın şu haritayı bakalım.” Yol haritasında bulunduğumuz yol görünmüyor bile. “Biraz daha gidelim bari” dedim. Zamanında çıksak şimdiye kim bilir nerede olurduk. Şimdi yolda kalıversek yandık. Etrafta ne bir ışık var ne de bir araba. Issız yolda bir başımıza gidiyoruz. Biraz daha gidince ta uzaktan ışıklar gördük. “Tamam” dedik “Bir köy.” “Burada birine sorarız yolumuzu buluruz.” Köye vardık. Bakkala sordum. “Ters gelmişsin” dedi. “O yol ayrımından sağa dönecektin. Allah’tan ki yakın, geri dön, dediğim gibi git.” Yeniden bindim arabaya adamın dediği yoldan gidip asfalta çıktım. Asfalt ama şerit, aydınlatma falan yok. Bu da bir köy yolu. Epey gittim. Yine uzakta ışıklar göründü. İnip kahveye girdim. Adamın birisi bana yaklaşıp “Buyur arkadaş” dedi. “Arkadaş” dedim “Biz Antalya’ya gideceğiz ama doğru mu gidiyoruz.?” “Dur” dedi. Gidip ceketini aldı, masasındakilerle tokalaştı. “Gel” dedi çıktık. “Valla arkadaş” dedi “Sen yanlış geldin ama dua et bana rastladın. “Etme arkadaş” dedim. “Daha demin şu tarafta yanlış geldin diye bize bu tarafı tarif ettiler” “Yok arkadaş yok, orası da değil burası da değil” “Benim babamın bana bir vasiyeti var. Yolda kalan adam görürsen yardım et diye, ben seninle geleyim yolu göstereyim.” Hanıma “Arkaya geç” dedim adam yanıma bindi. “Birader” dedi “Burada kimseye güvenmeyeceksin. Böyledir bu bilmem neyini ne ettimin insanı. Yol böyledir; sen şöyle gideceksin der. Ben hep iki ayrı adama sorarım. Eşeği sağlam kazığa bağlamak lazım değil mi?” “Tabi” “Gezmeye mi?” “Yok düğüne. Yiğenim evleniyor da..” “Allah mesut etsin.” “Amin” “Şöyle gideceğiz arkadaş. Benim bir babam vardı. Allah rahmet eylesin. Çok iyi adamdı. Kamyonculuk yapardı. Çok yolda kalmış. Ondan, yolda kalmanın ne demek olduğunu bilir. Yolda kalan gördü mü eve alır gelir misafir ederdi. Kimin başına böyle bir şey gelse hemen babama haber verirlerdi. O da gece gündüz demez koşardı yardıma. Son günleri çok iyi geçti. Herkes severdi, el üstünde tutardı. Rahmetli herkese tarla takka bıraktı bana da bu vasiyeti. Dedi ki: “Oğlum Süleyman yolda belde kalan adam görürsen elinden tut, yardım et, değilse iki elim yakandadır.” Ben şikayetçi değilim arkadaş. Yolda kalan kimi görsem yardım ederim. İnsaniyetlik olsun. Bize de babadan bu yadigar kaldı. Yardım ettiklerim babama bir Allah rahmet eylesin desin bana yeter.” Adam yolu tarif ediyor. Şöyle gideceğiz böyle gideceğiz diye ama, benim mi tersim döndü, yoksa direksiyonun başında uyuyor muyum? Sanki geldiğimiz yere gidiyor gibiyiz. Süleyman Ağa “Geldiğiniz yer şu tarafta kaldı” deyip sağ tarafı işaret ediyor. Ben biraz daha düşündüm. Haritayı gözümün önüne getirmeye çalıştım. Antalya güneyde biz doğuya gidiyoruz, gibime geliyor ama emin değilim. “Arkadaş” dedim “Sen nasıl geri döneceksin” “Siz beni düşünmeyin” dedi “Ben başımın çaresine bakarım. Vasiyet yerine gelsin. Değilse babamgil uykuda rahat vermez.” Süleyman ağa şakacı da bir adam. On beş yirmi kilometre gittik gibi sanki, ama yine emin değilim. “Arkadaş nasıl geri döneceksin” dedim tekrar “Beni düşünmeyin” dedi. Nihayet yine ışıklar göründü “Hah geldik” dedi. Artık köy mü kasaba mı ilçe mi bir yere girdik. Heykel gibi bir şeyin önüne gelince Süleyman ağa “Dur arkadaş” dedi. Durdum. İndi. “Arkadaş” dedi, “Sağol ben artık buradan dolmuşla giderim köye, haydi sana hayırlı yolculuk” “Ne diyon lan sen?” demeye kalmadı, hareket etmek üzere olan dolmuşa el kaldırıp bindi. Aklım başımdan gitti. Kafam durdu, sapıttım kaldım. Biraz uyanır gibi olunca kapıyı açıp fırladım, arkasından “Ulan ben senin babanı da ananı da..” diye bir küfür savurdum ki, meydandaki kahvelerden herkes dönüp bana baktı. Süleyman denen herif pencereden kafasını çıkarmış “Sağol sağol” diyor. Bir de dalga geçiyor utanmaz adam. Arabaya bindim ama sinirden patlayacağım. Verdim veriştirdim hanıma çocuklara. Sizin yüzünüzden diye. Oysa çocukların ne günahı var. Çocuklar olayın zaten farkında değil, hanım da anlamamış. “Ne oldu diyor?” “Ne olacak?” dedim, “Anasını bilemem nettiğim, babamın vasiyeti var size yolu ben tarif edeceğim dedi. Kendisini gideceği yeri götürttü. Artık o kahvede misafir miydi neydi? Belki vasıta bulamadı. Bizim gibi bir enayi denk getirdi. Belki kahvedekiler de haberliydi. Arkamızdan güldüler. Köyünün dolmuşu buradan kalkıyor herhalde bizi buraya getirdi.” Çocuklar “Antalya” diyor “Ne Antalya’sı oğlum kim bilir nereye geldik? Şerefsiz bir de böyledir buranın insanı yanlış tarif ederler diyor. Kendisi kandırdı bizi namussuz.” Hanım hala anlamamış olacak ki “Yani biz adamı köyünün otobüslerinin kalktığı yere mi getirivermiş olduk.” “Evet öyle olduk canım” İndim kapıyı bir çarptım ki kırıldı diyordum; kırılmamış. Gönül diyor çıkar kadını meydana, kıtır kıtır kes. Vakitli çıksana be kadın. Ulan bir iğne yüzünden düştüğümüz hallere bak. Ben de o gömleği giyersem… Kahvelerden birine sordum. Kağıda yolu iyice bir çizdirdim, nereden geçilecek, nereden dönülecek, kalem kalem yazdırdım. Çıkarken “Benim arabadan inen adamı tanıyor musunuz?” diye sordum “Görmedik” dediler. “Demek tanımıyorsunuz şerefsizi” dedim. “Ne oldu?” falan dediler “Yok bir şey” deyip çıktım. Arabaya binecektim ki binmedim. Gittim bir başka kahveye bir daha çizdirdim. Karşılaştırdım. Doğru. Son bir kahveye bir daha sordum karşılaştırdım: doğru. Bindim arabaya “Sakın” dedim “Bir kelime bile etmeyin; canınızı çok fena yakarım. Ayrıca hiç kimse uyumayacak.” Ben bir sinir küpüyüm. Allah’tan üstüme gelmiyorlar.

Tarif ettikleri şekilde hareket ettim. Süleyman’ın bizi getirdiği yerleri tekrar geçip, Süleyman’ı aldığımız köye girdik. Bakkalın tarif ettiği yerden farklı bir yola saptık. Süleyman’ı aldığımız köye tekrar soracağım ama güvenemiyorum. Allah korusun birisinin de anası vasiyet ettiyse bizi geri Ankara’ya götürür. Ne güzel ana yoldan gidiyoruz. Adamların çizdiği haritanın sonunda yine vardık bir toprak yola. Yahu kardeşim kimse bilmiyor mu bu Antalya’nın nerede olduğunu? “Çıkarın bizim haritayı” dedim. Bakıyorum bakıyorum yol yok. Nasıl haritaysa her yolu çizmiş hatta haritayı ilk aldığım gün baktık bizim köyde bir yol projesi vardı. Otuz kilometrelik yolun sadece iki kilometresi var. Bu bizim köyün olmayan yolu bile haritaya girmiş. Bizim şimdi geçtiğimiz yollar yok. Sınırdan mı çıktık kardeşim bu nasıl iş? Nerde bu yollar? Son bakışımdan sonra haritayı parça parça ettim. Çocuklar olmasa sinirimden yiyeceğim. Cinnet geçiren böyle geçiriyor demek ki. Gönül diyor arabadaki benzini çek bir bidona. Dök arabanın üstüne kendin de bin içine aç pencereyi bir kibrit çak. Sonra kapat pencereleri, kilitle kapıları. Cayır cayır yan. Saat on bire geliyor. Koskoca ovanın ortasında sadece biz. Ne gelen var ne giden. Çocuklar korkmaya başladı, sızlanıyorlar. “Korkmayın lan” dedim. “Kurtlar parçalayacak değil ya.” Kim bilir neler düşünüyorlar. Uzaktan bir levha gördüm, Yalvaç mı Karaağaç mı öyle bir şey ama tam hatırlamıyorum. Zaten bir daha o yolu kullanmadım. Bu Isparta’nın ilçesi değil mi? Haritayı da parçaladık. Düşündüm. Duydum sanki böyle bir yer. Sonra “Yahu” dedim “Asker arkadaşın Kasım var ya. Ispartalı.” Kasım’la acemi birliğinde beraberdik. askerden sonra hiç görüşmedik. Sonra Kasım telefonumu bulmuş, telefonlaşıyorduk. “Telefonu verin” dedim. Burada çekmez diye düşündüm. Bir de baktım ki çekiyor. Aradım. Yataktan kaldırmışız adamı. “Kaybolduk biz” dedim. “Yerini tarif et sen” dedi. Ettim. Gerçi nerde olduğumu ben de bilmiyorum ya. Ama o biliyor “Bak bakalım karşında şöyle bir tepe var mı, şurada söyle bir ağaç?” “Var, hepsi var.” “Ohoo Ramazan sen nasıl vardın oralara. Neyse iki yüz metre kadar ilerinde bir çeşme var” dedi. Bindim arabaya tam dediği kadar mesafede bir çeşme var. “Var” dedim, “Çeşmeyi buldum.” “Devam et” dedi. Telefon kulağımda gözüm yolda. Dediği köyleri birer, birer geçtim. Anayola çıktım. “Dikkatlice gel” dedi. “35 kilometre sonra bizim ilçenin tabelasını görürsün oradan dön, yol bitinceye kadar gel.” Az daha yine kayboluyordum. Kasım aradı “Nerdesin?” diye. Bir benzinlik vardı, yeni geçmiştim. İsmini söyledim. “Çok gitmişsin” dedi. “Dön. Dört yol gelecek oradan gireceksin.” Geri döndüm. Dediği yerden girip, yolun sonuna kadar gittim. Öyle bir yere geldik ki burada kalsak bizim ne ölümüzü bulabilirler ne dirimizi. Kaybolur gideriz ailecek. Sol taraf göl sağ taraf dağ. Bırak insanı tek bir böcek yok. Telefon da çekmiyor. Şansına artık deyip devam ettim. Uzaktan yine üç beş ışık göründü. Bir de baktım yolun kenarında bir adam. Kasım. Sarıldık kucaklaştık. Hiç değişmemiş. Evine vardık. Hemen önümüze sofra koydular. Hepimiz açız. İyice yedik. . Çocuklar hemen uyudu. Sabaha kadar muhabbet ettik. Başımıza gelenleri anlattım. Bizim vasiyet işine çok güldüler. Ben de iyi ki dedim adam vicdanlı çıktı, kendisini köyüne kadar götürtmedi. Dolmuşa kadar götürttü.”  Düğün ablamın olmasa oradan geri döneceğim. Çaresiz ertesi gün düğüne gittik. O gömleği de Kasım’a hediye ettim.


Yorumlar - Yorum Yaz