Heykel

HEYKEL  

O sene bizim firma yüksek gerilim hatlarının ihalesini almıştı. Ben inşaat ekibinin başındaydım. 200 kadar direk dikecektik. Arkamızdan gelecek ekiplerse telleri çekiyordu. Ne kadar yoğun çalışsak da iş ilerlemiyordu. Arazinin büyük kısmının zemini çok sertti. Bir sene kadar köy köy dolaştık. En sonunda şantiyeyi Sarıhasanlar köyünün yanına kurduk. Ben bile bile köylere yakın yerleri tercih ediyordu. Çünkü çalıştırdığımız insanlar yetmiyordu, köylerden işçi alıyorduk. Bir gün muhtar şantiyeye çıkıp geldi. bizi köy odasına davet etti. Gittiğimiz her yerde buna benzer davetler alırız. İşçiler için de değişiklik olur diye pek geri çevirmem.

Ertesi gün yaklaşık on beş kişi köy odasına gittik. Daha çok bizi konuşturmak istiyorlardı. Öteden beriden konuştuk, siyasetten ekonomiden hatta  muhtar seçimlerinden bile. Söz döndü dolaştı, bizim işe geldi. Sonra bizim ustabaşı bir defasında tarihi bir mağara bulduklarını anlattı. Derken laf defineciliğe geldi. Definecilikten konuştukça millet dönüp dönüp birilerine bakıyordu. Dikkat ettim sürekli iki kişiye bakıyorlardı. İsimlerini sonradan öğrendim bir tanesi Hacı Hüseyin, öbürüne de Kör Salih diyorlar. Biz definecilikten, altından, gümüşten konuştukça ikisi de telaşlanmaya başladı. Ortalık tenha olsa ikisi de bir bahaneyle çıkıp gidecekler ama kapının ağzında gençler oturuyor. Aslında definecilikle falan bir ilgileri yokmuş ama on beş senelik bir mesele varmış ki bugünkü gibi taze. Her define lafı geçişte aynı o günkü gibi içleri cız ediyormuş ama ne cız ediş. Milletle beraber biz de onlara bakmaya başladık.

Önce Hacı Hüseyin’in yiğeni:

-“Dayı nasıl olduydu be?” dedi. Hacı Hüseyin duymamazlık geldi. Yanındaki muhtarla konuşacak oldu. Muhtar:

-“Sana diyo Hacı.” deyince. Elini git başımdan dercesine salladı. Bir başkası da Kör Salih’i dürtüklemeye başladı

-“Hadi len abi, anlat şunu”

-“Oğlum git diyor” ama nafile

-“Hadi be anlat”

-“Yav oğlum anlattık kaç defa ya?”

-“Ya olsun, bak dinlemeyenler de var işte. Müsafirler de dinlesin.” İkisi de utanıyor sıkılıyor, bir yolunu bulsalar.. Yok.. Hiçbir yol yok. Israrlar artıkça artıyor herkes “anlat da anlat” diyor. Bu arada biz de meraklandık. Birisi Kör Salih’e

-“Adı neydi? dedi

-“Yüksel Koparan.. Adı batasıca”

-“Eee sonra?”

-“Yav gidin çocuklar.” Ne yaptılarsa da yakalarını kurtaramıyorlardı. Anlatmasına anlatacaklar ama muhtemelen bizden çekiniyorlar. Köylüler zaten meseleyi biliyorlarmış. işçiler, ustalar var, benimle beraber bir mühendis arkadaş daha var.

Hacı Hüseyin kalkacak olsa da bırakmıyorlardı. Zorla oturttular.

-“Vallaha anlatmam” dedi. Hacıdır deyip onun yakasını bıraktılar ama Kör Salih yemin etse de dinlemediler.

-“Ya anlatacaksın ya da falakaya çekeceğiz” dediler. Kör Salih bir düşündü bu kadar kişinin içinde dayak yemek mi yoksa başlarından geçeni anlatmak mı? Düşünmeye başlayınca her halde anlatacak dedim kendi kendime. Ama Kör Salih birden çoraplarını çıkardı. Öne uzatıp

-“Falakaya çekin lan” dedi “Anlatmam.”

Belki yarım saat, belki bir saat uğraştılar. Biraz masraflı da olsa en sonunda gönlünü edebildiler.

“Yüksel Koparan” diye başladı. Ondan sonra o adama epeyce bir küfretti. Hacı Hüseyin çıkacak oldu ama bırakmadılar. Aslında Kör Salih Hacı Hüseyin’e de tercüman oluyor gibi, yüzünden anlaşılıyor. Belli ki bu Koparan’a zamanında Hacı Hüseyin de az küfretmemiş.

-“Arkadaş” diye devam etti Kör Salih.

Olay on, on beş sene evvel olmuş. O zamanlar bu Hacı Hüseyin’le Kör  Salih’in arasında bir alacak verecek işi varmış. “Köy yeri” demişler duyan gören olmasın “köyün dışında konuşalım.” Beraberce Yazısöğüt dedikleri köye doğru yürümeye başlamışlar. Hem yürüyor hem konuşuyorlarmış. Derken yanlarında bir araba durmuş. Selamlaşmışlar. Arabanın içindeki adam bunlara köyün adını sormuş. “Sarıhasanlar” demişler. Adam köyün adını durunca bir acayip olmuş. Garip hareketler yapmaya başlamış. “Hah” demiş “Demek burası”

Tabi adam o kadar sevinince bunlar şaşırmış, “Hayırdır” demişler “Bir durum mu vardı?” Adam ık etmiş vık etmiş. Sağına bakmış soluna bakmış. “Durun” deyip arabadan inmiş. İndikten sonra etrafına uzun uzun bakınmış. Şu dağa ne derler bu tepeye ne derler şu ova şu bayır diye sormuş da sormuş. Bunlar da söylemişler.. Adam sevincinden ne yapacağını bilememiş. Bir arabaya geri biniyormuş, bir bagajı açıyor, bir geri iniyormuş. En son    

-“Durun şu arabayı kenara alayım” demiş. Arabayı kenara çekip yanlarına gelmiş. Adlarını sormuş söylemişler.

-“Benimki de demiş “Yüksel Koparan” Bu adı duydular mı birisi başlıyor küfretmeye birisi başlıyor bedduaya. Adam bunlara

-“Bakın” demiş, “Size bir şey söyleyeceğim, aslında söylememem lazım ama siz iyi insanlara benziyorsunuz. Ben de bu işi buraları bilen biri olmadan yapamam.”

“Ee..” demişler

-“Neyle geçinirsiniz” demiş. Bunlar

-“Buğday ekin hayvanlar var…” O zamanlar ikisi de köyün en varlıklı adamları arasındalarmış.

-“Ne kadar kazanırsınız” demiş. Söylemişler. Adam bunlara daha birçok soru sormuş en sonunda 

-“Bilmem şu kadar milyar kazanmak ister misiniz?” demiş. O zamanlar milyon bile büyük paraymış. Milyarı gören bile yok anca adı var. Para bu, yüzü sıcak. Adamın kim olduğunu, ne aradığını anlamasalar da ikisi de isteriz neden istemeyelim demiş. Adam ne kadar yabancı olsa da para herkese tanıdık. Adam

-“Durun o zaman” demiş. “Bakın dinleyin beni. Bu sizin yaşadığınız yerlerde eskiden bir kavim yaşamış.”

-“Eee..” demişler “Yaşamıştır belki.”

-“Bu kavim de sonra kaybolup gitmiş ama eserleri kalmış.” Adam baya anlatmış. Nasıl bir kavim olduğunu ne zaman nasıl yaşadıklarını nereye gittiklerini. Adam bu kavmin bıraktığı eserlerin peşindeymiş, eserlerin hepsi bir yana asıl bir heykel varmış. Onun peşindeymiş. Heykelin bir de ismi varmış ama ikisi de hatırlamıyor. Bu heykelin değeri üç milyar mı demiş, otuz milyar mı çok büyük bir paraymış. “Bizim buraları belki yüz defa belki bin defa satın alır daha da üste para kalır” diyor Kör Salih.

-“Adam var mısınız?” demiş. Bunlar da

-“Varız” demişler

Arabasının bagajını açmış bagajda kazma, kürek, kova, akü, dedektör akla gelmedik eşya varmış. Adam eşyaların arasından bir harita çıkarmış. İyice bir bakmışlar. Harita hep o çevreleri gösteriyormuş. Kör Salih’in söylediği yerlerin bazılarını iş gereği biz de öğrendik, Araplı Beli, Kaz Tepesi..

-“Tam şurada bir tepe var” demiş adam. İkisi de hemen atlamış

-“Bu bizim Yurt Tepesidir” diye.

-“Heykel demiş bu Yurt Tepesi dediğiniz yerin güneyinde. Biliyor musunuz buraları?

-“Biliyoruz” demişler. Bilmezler mi doğma büyüme oralılar. Adam uzatmış elini

-“Verin elinizi” demiş. “Bulursak yarı yarıya, yarısı benim öteki yarısını ikiniz bölüşün.” Yarısını değil yüzde birini verse bile çok büyük bir para.

-“Tamam” deyip el sıkışmışlar. Adam bunları arabasına bindirmiş, köye gelmişler. Arabada işi biraz daha konuşmuşlar. Adam bunlara “Önce ağzınızı sıkı tutacaksınız” demiş, “Yakalanırsak içeri atarlar” diye gözlerini iyice korkutmuş. “Benim kim olduğumu, niye geldiğimi de söylemeyin” demiş. Bunlar da söylememişler tabi. Köye girince

-“Bana kalacak bir otel gösterin” demiş. Adam kendisini İstanbul’lu olarak tanıtmış.  Bunlar buraları da İstanbul sanıyor herhalde deyip

-“Buralarda otel ne gezer? Bir bakkal var, bir de kahve demişler.” Adam

-“O zaman ben çadırda kalırım, uygun bir yer gösterin, benim her şeyim var” demiş. Bunlar

-“Olmaz” diye itiraz etmişler. “Otel olsa bile biz seni bırakmayız; bizde kalacaksın.” Adamı Hacı Hüseyin’in evine yerleştirmişler. Oturup işi iyice bir konuşlar. Yüksel’i sorana Hacı’nın asker arkadaşı diyecekler. Hava kararınca kazmaya başlayacaklar çünkü hem yaptıkları iş yasal değil, hem de köylünün duymasından çok korkuyorlar, duyarlarsa onlar da dağa saldırır kendilerinden önce heykeli bulurlar. Salih’le Hacı’nın evleri neredeyse dip dibeymiş. Salih her akşam el ayak çekilince usulca Hacı’nın evine geçiyor. Yüksel’in define eşyalarını akü, lamba, kazma, o demire öten alet artık ne kadar malzeme varsa eşeğe sarıp doğruca Yurt tepesine gidiyor. Evdekilere de sıkı sıkıya tembih etmişler “Aman ağzınızdan bir şey kaçırmayın yanarız” diye.

İki hafta kadar her gece gidip kazmışlar. Tepenin her yeri delik deşik olmuş. Millet anlamasın diye kazdıkları yeri geri kapatıyorlarmış ama ne kadar da olsa belli oluyormuş. Yüksel dedektörle araziyi tarıyor. Alet öttüğü zaman bunlar dediği yeri kazıyorlar. Gah bir nal çivisi çıkarmışlar gah yağ tenekesi. Dediklerine göre bu Yüksel Koparan bu işten çok iyi anlıyormuş. Devamlı da bunları heveslendirmek için define maceralarını anlatıyormuş. Hatta bir defasında bir Roma sikkesini yurt dışına kaçırırken yakalanmış ama ceza almadan beraat etmiş. Köylü yavaş yavaş şüphelenmeye başlamış. Yurt Tepesi’ndeki çukurları kahvede konuşmaya başlamışlar. Kimisi diyormuş “Tilki işidir”, kimisi diyormuş “köstebek” kimsenin aklına orada define olacağı gelmemiş. Gerçi adamalar sabaha kadar kazma sallıyor akşama kadar da uyuyorlarmış ama.. Yüksel’in misafirliğinin uzaması da merak konusu olmuş. “Misafirse misafir iki gün kalır üç gün kalır bu kadar misafirlik olmaz” diyorlarmış. Bunu Yüksel’e de demişler. Yüksel “Çok yaklaştık” demiş, “Ama isterseniz vazgeçelim.” “Olmaz” demiş ikisi de. Kendilerini kaptırmışlar bir kere. “Gerekirse” demişler “Sana burada bir ev yaparız, buluncaya kadar yerleşirsin, Yurt Tepesi ne kadar yer,  devam edelim.” “Peki” demiş Yüksel “Ama biraz acele edelim. İşin kokusu çıkmasın.” Bunları konuştukları akşam da aynı şekilde gidip saatlerce kazmışlar. Yüksel cihazı biraz daha dolandırmış, derken cihaz ötmüş. adamlar yorgunluktan ölüyor. Yüksel “Son bir gayret kazın şurayı da” demiş. “Çok yorulduk yarın kazalım, işaret koyup gidelim” dedilerse de Yüksel ısrar edince kazmaya başlamışlar. Bir metre kadar kazdıktan sonra Yüksel “Durun” demiş. Işığı birine verip çukura inmiş eliyle eşeleyip, yağ tenekesi kadar bir şey çıkarmış. Kör Salih’le Hacı şehirlerdeki gibi kocaman bir heykel bekliyorlarmış. Yüksel’in elindekini görünce önce anlayamamışlar. Yüksel heykeli tamamen topraktan çıkarınca “Buldum” diye bir bağırmış ki ortalık sallanmış. Sarılmışlar birbirlerine, kucaklaşmışlar. Gün doğarken eşeği, malzemeleri bile orada bırakıp koşarak eve dönmüşler. Arkadan birisinin karısı gidip eşeği getirmiş.

Heykeli bulunca yorgunluklarını falan unutmuşlar. Evde heykeli uzun uzun seyredip, hayaller kurmuşlar. Şunu alırız bunu alırız, şunu yaparız bunu yaparız diye.   

Sonra akılları başlarına gelmiş,

-“E demişler hazineyi bulduk, şimdi ne yapacağız.” Yüksel

-“Satacağız tabi” demiş. Hisselerini garantiye almak için

-“Konuştuğumuz gibi değil mi; yarı yarıya?” diye anlaşmayı hatırlatmışlar.

-“Öyle tabi” demiş Yüksel “Yalnız bunu satmak biraz zor.”

-“Neden” demişler

-“Bunu herkes alamaz. Her alıcıya da güvenemeyiz. Alıcı bulmadan yanımızda götürsek yolda bir arama falan olursa bunu elimizden alırlar, bunca zaman yorulduğumuzla kalırız.

-“Ne yapacağız” demişler

-“Ben gideyim” demiş Yüksel “Bir alıcı bulayım, bağlantıyı yapayım. Adamı getireyim burada teslim edip paramızı alalım. Burada yerimizi öğrenir başka yerde teslim edelim derseniz başka yerde teslim ederiz. Ama şimdi bu heykeli alıp Pazara domates satmaya gider gibi gider bizde tarihi eser var dersek yakalanırız. Heykel gittiği gibi hayatımız da kayar.” Ne desinler,

-“Tamam” demişler, “Nasıl dersen öyle olsun.” Yüksel

-“Karınıza, çocuğunuza da iyice tembih edin bu işin şakası yok” demiş

-“Tamam.” Demişler.

-“Ben yarın yola çıkayım bir iki haftaya kalmaz gelirim.” Ne dediyse “tamam” demişler, “Ama” demiş, “Şimdi bir mesele var”

-“Söyle” demişler.

-“Bu işte insanın babasına bile güvenmesi hatadır. Şurada birbirimizi tanıdık ama para işin işine girince şeytan da girer. Ben gidince bu heykeli satarsanız..” demiş. Hacı’yla Salih yeminler etmişler “yapmayız, etmeyiz” diye ama Yüksel ikna olmamış. “O zaman heykel burada kalsın siz de gelin” demiş. Bu defa bizimkiler kabul etmemiş. “Burada heykelin başına bir şey gelir” diye. Konuş bakalım konuş bakalım derken en sonunda anlaşmışlar. Yüksel “Size güvenirim güvenmesine ama bana para vereceksiniz” demiş. Kabul etmişler. Yüksel bir hafta daha kalmış. bu arada bunlar ne kadar koyun kuzu inek dana varsa, ne kadar tarla bahçe varsa satmışlar. Milyar falan olmasa da o zamanın parasıyla yarım milyara yakın bir para tutmuş. Parayı eline vermişler. Adam gitmiş. Bir hafta geçmiş yok iki hafta geçmiş yok üç hafta yok. Heykel Kör Salih’te duruyor, hala bekliyorlar. Hacı Hüseyin bir gün “Arkadaş niye hep sende duruyor?” demiş, “Getir biraz da bende dursun.” Sıraya koymuşlar. Heykel bir hafta onda duruyor bir hafta Salih’te. İki ay, üç ay, dört ay, altı ay, bir sene, iki sene, tam üç sene beklemişler. Ha bugün gelir, ha yarın diye. Yakalanırız diye de kimseye bir şey söyleyememişler. Her şeylerini sattıklarından el işine gitmeye başlamışlar. nasıl olsa para gelecek diye dişlerini sıkıyorlar ama nerde. En son canlarına tak etmiş. Kör Salih heykeli sarıp sarmalayıp ilçelerinde tanıdığı bir öğretmene götürmüş. O da tanıdığı bir sarrafa göstermiş “Bu altın değil” demiş sarraf. O da tanıdığı birine yollamış. Adam “Gidin” demiş “Bu para etmez.” “Yapma abi etme abi” demiş Salih, “Biz buna yarım milyar verdik, kaç para eder?” “Valla birader” demiş, elinde sallaya sallaya yanındaki bakkala gidip kantarda tartmış, “İki kilo” demiş, “Şimdi gidin sorun, demirin kilosu kaç paraysa onun iki katı eder.”