Ben Bir Yalancıyım (Seni Sev..)

              BEN BİR YALANCIYIM (SENİ SEV...)

            Ben bir yalancıydım. İşim gücüm yalan söylemekti. İki insan nasıl tanışır? İsimlerini söylerler değil mi? Sonra da iki yabancı, iki tanıdık olur. Sana söylediğim ilk yalan daha ilk tanışırken adımı sorduğunda söylediğim. Adımın “Sabri” olduğu benim için küçük önemsiz bir yalan. Neden Sabri? Bilmem, o an aklıma öyle gelmiş olmalı. Necati de diyebilirdim, Orhan veya Fuat da, o an ağzımdan Sabri çıkmış. Tek yalan ismim olsa iş kolay. Bir gün doğrusunu öğrenseydin, “nüfusta öyle, ama herkes Sabri der”, deyip işin içinden çıkardım veyahut da bu ismimi değiştirmek için başvurduğumu yeni ismimi herkesin bilmediğini söylerdim. Yine işin içinden çıkardım. İlk soruşunda gerçek ismimi söylesem ne olurdu? Bilmem.. Sonra bana bir meslek gerekiyordu. Ne iş yapıyorsun deyince “yalancıyım” diyemem ya. “Mühendis” demişim. Doktor da diyebilirdim, öğretmen veya polis falan da. Çıkar kimliğini diyemezdin ya. Bir de bana şehir lazımdı. İstanbul dedim. Başka bir şehir de diyebilirdim. Ankara, İzmir, Urfa, Maraş hiç fark etmezdi. İki kişinin birbirlerinin üç şeyini bilmeleri bence tanışmış olmalarına yeter: isim, meslek, memleket. Gerisi hikâye. Gerçekten yeter, yalan söylemiyorum.

Samimiyeti ilerletmek istiyordun belli ki. Serde yalancılık var ya, yalan söylemeye devam ettim. Buraya bir iş görüşmesine gelmişim, görüştüğüm şirketin adı KONSA. KONSA firmasıyla Avrupa’nın en büyük stadyumunu inşa edecekmişiz. Bu yalanı söylememin sebebi sensin ama. Ne vardı sanki durup dururken futbolu çok sevdiğini söyleyecek. Kız kısmının ne işi olurmuş futbolla. Sen futbolu seversen ben de bir stadyum dikiveririm hemen. Bununla kalsam iyi, 2. ligde futbol oynadığımı bilmem hangi sezonda gol kralı olduğumu da söylerim, söyledim de zaten. Sen bana hayran hayran bakmaya başladın. Demek ki inanıyorsun, hiç dayanamam. Sana bir sürü futbol anısı da anlatırım, anlattım da zaten.

Ne güzel futboldan konuşuyorduk, ne lüzum vardı ben basketbolu daha çok severim demene. Üniversite takımında oyun kurucu olduğumu, birçok büyük kulüpten gelen teklifler aldığımı söyledimse ne olmuş? NBA’de oynadım demedim ki. Sen gülmesen, derdim ama yalan yok. Güldün, belli ki basketbolla ilgili söylediklerime inanmadın. Boyum 1,60 olmasa gösterirdim ben sana yalanın daniskasını. Boyum uzundu kısaldı denmez, buna inanmazsın ama bende yalan çok. Başladım kısa boyluların daha iyi basketbol oynayabileceklerine dair istatistikler sıralamaya. En son Amerika’nın en büyük spor araştırma merkezi olan Domargansky enstitüsünün yaptığı sözüm ona araştırmaların sonuçlarından sonra söyleyebileceğin bir şey kalmadı. İnandın, hem de öyle bir inandın ki hayatın boyunca aksini kabul etmeyeceksin, her gittiğin yerde bu tezi savunacaksın. Bu yalanı gerçek sanarak, hatta insanlığın büyük çoğunluğunun bu gerçekten bihaber olduğuna hayıflanarak ölüp gideceksin.

Senin de hoşlandığın şeyler bitmiyor. Müzik. Futbol, basketbol bitti şimdi de müzik. “Ooo müzik mi çok severim!” deyince, “Yoksa sesin de mi güzeldir?” dedin. Güzel, der miyim hiç! Bir şarkı söylesene diyeceksin. “Hayır değil” dedim. Bu da yalan sesim gerçekten güzeldir, zamanında dereceler aldım. Ama “sesim güzel değil” dedim. Neden mi? Bilmem. Maksat yalan olsun. Sesim güzel değil dedim, ama “mükemmel bir dinleyiciyim” demiş bulundum. Hatta uzun süre bir müzik dergisi çıkardığımızdan, bir müzik şirketi kurduğumuzdan bahsettim. Yaptığımız albümlerden de bahsettim. Mesela, mesela, Grup Endisin’i dünyaya tanıtan bendim, ünlü İtalyan tenor Sarlo Mantoni’yi bugünkü konuma getiren de bendim. Yok öyle yağma, Türk sanatçı ismi sallayacağım, hemen foyam ortaya çıkacak. Biz kaçın kurasıyız kızım. Sen o söylediklerimi duymadın mı? Sakın Cek Nikılsın’ın ismini duymadığını da söyleme onun Relinte Meribil Beby isimli şarkısını duymamış olamazsın, şimdi düşüp bayılırım. Duymadın öyle mi? Ben de “müziğe bayılırım” dediğinde derin bilgin vardır sanmıştım. İşte böyle insanı cahil yerine koyarlar. Baktın olmayacak “biraz da sen kendinden bahset” dedin, yani biraz daha fazla yalan söyle dedin. Ben Necati, yok, Orhan yok yok Sabri, evet Sabri, bu sözü duyarım da durur muyum!

Ben doğma büyüme İstanbulluyum. Sadece İstanbullu değil aynı zamanda koyu bir İstanbulcuyum. Yani İstanbul’u çok severim. Dedemden kalma deniz kenarında bir yalıda doğdum. Çocukluğum Beşiktaş’ta geçti. Bu yüzden denizi çok severim. Bu arada İstanbul’da 24 saat bile geçirmedim, Beşiktaş’ın deniz kenarında olup olmadığını bile bilmiyorum. Zararı yok, belli ki sen de bilmiyorsun. Neyse, Beşiktaşlı olduğumdan Beşiktaş stadyumuna sürekli gider gelirmişim. Pertev Paşa’ya dayanan ailem futbola sıcak bakmamış, bana keman ve piyano dersleri aldırmışlar. Bense futbolda ısrar etmişim. Sonra, okuldayken basketbola merak salmışım, kısa boyumun avantajı ile kısa sürede yıldızım parlamış. İlkokul, ortaokul, lise derken ODTÜ inşaat mühendisliğini derece ile bitirmişim, sonra da SAYKEN isimli şirketimi kurmuşum. Boş zamanlarımda, avcılık, rafting yapar, kitap okurmuşum. Bunlar basit yalanlar. Sana asırlarca böyle yalanlar söyleyebilirim. Hiçbirinin de yalan olduğunu anlayamazsın. Ben bir yalancıyım, işim bu, işimde de çok iddialıyım.

İlk görüşmede seni etkilemeyi başardım. Kendimi iyi tanırım, birkaç kez daha buluşursak ben de senden etkilenmeye başlayacaktım. Bir yalan daha söylemem lazımdı. Ama işte problem de burada başladı. Söyleyeceğim yalan: Seni seviyorum. Söyledim de. Zor değil, sonuçta yalan, yani işim. İnanmadın bana, bu kadar çabuk olur mu diye. Olmaz ben de biliyorum, ama şunu da çok iyi biliyorum, eğer ben olur da seni yarın öbür gün gerçekten seversem, sana seni seviyorum diyemem. İyisi mi şimdi söyleyeyim, dedim. Gülüp geçtin, kim olsa aynısını yapar. Her yalanı ustalıkla söylüyorum, ama huyum kurusun bir türlü “seni seviyorum” derken kimseyi inandıramıyorum. Sen de inanmadın kim olsa inanmazdı. İnanmadın ama tekrar buluşmayı da kabul ettin. Buluştuk, sen biraz daha etkilendin. Daha sonra tekrar buluştuk sen biraz daha etkilendin. Ben her buluşmada “seni seviyorum” yalanını söyledim, gülüp geçtin.  Sonra tekrar, sonra tekrar.. Seni seviyorum, seni seviyorum. Sonra bir gün geldi. Sen bana âşık oldun ve bana “seni seviyorum” dedin. Fakat bu defa da ben gülüp geçtim. Sen şaşırdın. Biliyorum “Ben de seni seviyorum” demem havalara uçmam lazımdı. Ama olmuyordu. Bir türlü “seni seviyorum” diyemiyordum. Sen bana her buluşmada “seni seviyorum” diyor, benden de en azından “ben de seni” dememi bekliyordun. Diyemiyordum. En sonunda çok zorladın beni ben de çok zorladım kendimi

Se-ni

Se-ni-sev..

Se-ni-sev-i..

Olmuyor, olmuyor

Se-ni-sevv..

Se-ni-sevvvv

Se-ni sev-miyorum..

Deyiverdim. Kızdın, sinirlendin. Çekip gittin gidiş o gidiş. Nereye gittin… Ben seni çok sevdim çoook.. Ama nereden bileceksin ben yalancıyım. Seni sevmezken defalarca “seni seviyorum” dedim. Ama sana gerçekten âşık olunca bir türlü gerçeği söyleyemedim. “seni sevmiyorum” derken, seni nasıl deliler gibi sevdiğimi anlatıyordum.

Seni çok seviyorum. Şimdi gelip sorsan:

“Seni hiiiiiç sevmiyorum” derim. Bil ki

“Seni çoook seviyorum”


Yorumlar - Yorum Yaz